izan yoksulluğu
– mektuplar yazardın uzun uzun,
kenarına damlatıp da kokusunu gözünün yaşının… –
yaşamayı unuttum yavrum, yaşamam lazım
der iken bi farkettim, muhatabım mezartaşı
ayıp bi yerde yani; empati yoksunluğu
suyu, yağmura şikayet benimki
çölü, kurağa emanet
neresinden baksan izan yoksulluğu
ama sen ışıklarıyken çarpışan atomların
Istanbul, en asil münzevisidir hatıraların.
yürümelerin tek güzel yanı bence yürümenin sadece fikri
öğrenmeseydim keşkelerimin misal, en kıymetlisi şu ki;
ööle aştığın her tepenin ardı deniz olmuyor genelde
deniz temennin, ruh-u revan, umudundur en fazla
bu güneş sonra, her gün batmasa mesela
avutmasa bizi hayat, ayın meyus şavkıyla
biçim biçim sanrıyla, bin çeşit dertli şarkı
on bin acayip acıyla, korkutmasa bizi artık
yaşlanmayı unuttum yavrum, artık yaşlanmam gerekli
der iken farkettim misketlerimin artık olmadığını
veletken kandırıldığımı, hepsini çaldırdığımı
kayıp tabi bi yerde yıllarımın suskunluğu
özü, toza bulamak benimki
her harfi bir diğerine ulamak
neresinden baksan çocuk küskünlüğü
ama ben çaresiz komiğiyken fıkraların
California en kralıdır çıplakların
sonra…
bilinmeyenin en fena tarafı bence, bilinecek olması
sevmeseydim keşkelerimin en beteri şu ki;
serseriliklerimin ardı yazı oluyor genelde
oysa her harfin sonu ölmeyi becermekken biraz daha
bu ateş, an be an sönmese, harlasa, hep harlasa
atmasa bizi bi kenara be, kahpe hayat deyyus tavrıyla
kafada binlerce soruyla, elli bin kederli anı
bin türlü numarayla, milyon kere korkuya
Satmasa bizi artık!